Bahar gelmiş hoş gelmiş! Kimin bu lale tartışmasını hepimiz biliriz. Dünya çapında Hollanda kültürü ile bağdaştırılan laleyi Anadolu coğrafyasında yaşayanlara sorsanız Osmanlı’nın geleneksel çiçeği olduğunu söylerler. Hatta “Yok efendim Hollandalılar bizden çaldılar!” diye aralarında kafa tutanlar çıkar. Peki, bu kaba bir suçlama değil midir? Hadi biraz ezber bozalım. Bizim diye bildiğimiz lale Hollanda’ya nasıl gitmiş ve orda ekonomiyi nasıl allak bullak etmiş:
Malumunuz, Türkler Orta Asya’da lale ekip biçmişler. Hep at üstünde gitmemişler yani. Pamir, Hindukuş ve Tanrı Dağları’nda bu çiçeği yetiştirmişler. Batıya göçerken yanlarında lale soğanlarını da almayı unutmamışlar. Buraya kadar çok güzel. “Bak bizim işte!” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Gel zaman git zaman Osmanlı saray bahçelerinde süs çiçeği olarak tabiri caizse seri üretime geçilen bir bitki olagelmiş.
17. yüzyılda Viyanalı bir biyolog olan Carolus Clusius’un eline bu Osmanlı lalesinin soğanı ulaşmış. Nasıl mı? Kuryeyle! Şaka canım, arkadaşı olan İstanbul elçisi Ogier Ghiselain de Busbecq ona hediye etmiş. Carolus amca zaten Hollanda’daki Leiden Üniversitesi’ne bağlı Hortus Botanicus (1587’de kurulmuş efenim) adlı botanik bahçesinin başında bulunuyormuş ve tıbbi araştırmalar yapıyormuş. Lale soğanı aklını başından almış, hemen koşmuş botanik bahçesine ekilmek üzere elindeki lale soğanını götürmüş. Orda çeşitli deneylerde kullanmış. Her şey bilim için işte. Hırsızlık mı oldu şimdi?
Tıbbi araştırmaları bir kenara koyarsak, laleyi Hollandalılar bahçe dekorasyonu amaçlı kullanmaya başlamışlar. Ticari bir ürün olarak o kadar popülerlik kazanmış ki soğanlar inanılmaz yüksek fiyatlara satılmaya başlanmış. Bunun botanistler üniversiteye bağlı bu bahçede laleler üzerinde deneylere girişmişler, çeşit çeşit renk renk melez laleler elde etmişler. Üretmişler de üretmişler. O kadar çeşit olmuş ki artık isim bulmakta zorlanmaya başlamışlar: Sör Daniel Lalesi, Pembe Hediye, Büyük Gülüş, Teletubby, Hollanda Kraliçesi, Vatansever… Bunlar benim rastladığım değişik lale türleri. Nadir bulunan lale türlerine sahip olmak, bir nevi statü belirleyici bir faktöre dönüşmüştü. 1636 sonlarında Hollanda’da bir Lale Çılgınlığı (Tulipmania) başlamış. Her kesimden vatandaş lale ticaretine soyunmuş. Çünkü risksiz bir iş olarak gördükleri lale soğanına yatırım yapmak cazip gelmiş. Tüccarlar o kadar iyi iş çıkarmışlar ki zavallım halk varını yoğunu soğanlar için satmaya başlamış. Devlet bu duruma müdahale edememiş, serbest piyasa ekonomisi o zaman da yürürlükteymiş. Önüne geçilemeyen lale ticaretine son nokta, lalenin artık sıradan bir bitkiye dönüşmesi ve herkes tarafından ulaşılabilir hale gelmesiyle konmuş. Fiyatlar birkaç ay içinde aniden düşmüş. Tabii bu yüzden iflaslar kaçınılmaz olmuş. Piyasadaki bu dibe vuruşa da Lale Çöküntüsü adı verilmiş.
Bu laleli isimler yaklaşık bir asır sonra Osmanlı’da yaşanan zenginlik yılları olarak algılanan Lale Devri denmesini hatırlatıyor. Ona da değinmeden geçmeyelim. Lale Devri’nin tarih anlatımında yer eden adı, Yahya Kemal’in bir şiirinden esinlenilerek oluşturulmuştur.
Masal gibi anlattım, değil mi? Sonuçta bir bitkiyi sahiplenmek, onunla ilgili güçlü bir deneyim yaşamak anlamına geliyor. Şimdi oturup Osmanlılar laleyi şiirlerinde şöyle yücelttiler, böyle kültürlerinin öğesidir tartışmasına girmeyeceğim. Hollanda’daki uyanık tüccarların da piyasayı alt üst eden tutumlarını eleştirmeyeceğim. Ortada lalenin Orta Asya’dan Batı Avrupa’ya yayılmasının tarihi serüveni var. Asıl ilginç olan bu. Görüntüsü insanın içini açan, farklı coğrafyalarda yetiştirilebilen güzel bir bitki olarak akıllarda yer etse daha iyi olmaz mı? Bir de “lale” kelimesinin Farsçadan geldiğini ekleyelim de tam olsun. Osmanlı Türkçesinde “tülbend” olan lale, yine Farsçadaki “delband” yani sevilen anlamında kullanılmıştır. Kültürlerarası etkileşim tartışılacaksa nesnel olmalı, bir bitkinin sahiplenilmesine şüpheyle bakılmalı. Lale örneğinde olduğu gibi adı Farsça, ilk kez yetiştirildiği tespit edilen coğrafya Orta Asya, meşhur olduğu kültür Hollanda’ya ait olunca insan ister istemez etrafını sorgulamaya başlıyor.
Bu kadar lalenin tarihini, Hollanda ekonomisine olan etkisini ve kelime kökünün ne olduğunu anlattıktan sonra biraz da kendi deneyimimden söz edeyim. Hollanda’da Keukenhof denilen İstanbul’da Emirgan’dakinden çok daha büyük bir lale bahçesi mevcut. İçinde seralar, parklar, çeşitli dekoratif evler, yanında su kanallar ve yine çiçek yetiştirilen tarlalar mevcut. Nisan ayında laleler açınca bir şenliktir başlıyor. 20 Nisan civarında çiçeklerden yapılma süslerle Keukenhof’tan Haarlem’e bir Cumartesi boyu konvoy halinde geçit yapılıyor. Ertesi gün Haarlem meydanında örnek dekorlar sergileniyor. Tüm meydan öyle güzel kokuyor ki anlatamam! Canlı müzik ve sokağa dökülmüş güneşin tadını çıkaran insanlar da cabası. Bu yüzden önümüzdeki Nisan’ı iple çekiyorum.